• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/otacikoyu3
  • https://twitter.com/otacikoyu
  • https://www.instagram.com/otacikoyu
Üyelik Girişi
Aidat Borcu Sorgulama
Otacı Köyü
Otacı Köyü Kan Bankası
Otacı Fm
Atatürk Köşesi
Etkinlik Takvimi

Gazi Metin ERDEM in Röportajı..!

GAZİ Metin Erdem Köyde Büyümüş, Şehirde Büyümüş Çocuklara Göre Doğaya Daha Yakın Olmuş. Bu Yüzdendir ki Vatanını Ölümüne Seviyor. Metin ERDEM; Vatanı Anlamak, Sevmek Ve Savunmak İçin, İlk Önce Bu Vatan İçin Can Veren Kahramanları Unutmamak Gerekir.”

-Öncelikle bize biraz kendini, aileni tanıtır mısın?

 15. 02. 1974 Doğumluyum. Ankara- Kızılcahamam- Pazar Nahiyesi - Otacı Köyü’nde doğdum. Köyde büyüdüm.

Yedi kardeşiz. Dört kız, üç oğlan. Ben sondan ikinciyim. Babam çiftçilik yapıyordu. Herkes kendi yiyeceği kadar üretiyor, satacak kadar değil. Köyde sulu arazi az. Kıraç. Arpa, buğday ekiyoruz. Annem ev hanımı. Ayrıca eskiden evimizde Dedem vardı.

Rahmetli dedemin babası Rus savaşında esir düşmüş. Orada evlenmiş, barklanmış. Rusya’nın bir köyünde yaşamış.  Bir yolunu bulup kaçıyor. Ankara’ya köyüne dönüyor ama çevreyi tanıyamıyor. Çok zaman geçmiş aradan. Atıyla Ankara Çayı’nı geçerken boğulup ölüyor. Babamlara askerden telefon geliyor şehit maaşı bağlanması için ama babamlar kabul etmiyor.

-İlginç bir hayatı varmış dedenin. Onunla ilgili hatırladığın başka şeyler var mı?

Rahmetli dedem, Atatürk’ü görmüş. Atatürk Orman Çiftliği eskiden bataklıkmış. Gazi Mustafa Kemal emir veriyor, bataklığı kurutacağız diyor. Dedemgil kağnıyla taş çekmişler oraya 12-13 yaşındayken. Hep anlatırdı. Taş çekerken görmüş Atatürk’ü elini öpmüş. Dedem gazilikten, şehitlikten çok bahsederdi. Ben o zaman tam bilmezdim ne olduğunu ama hep içimde vardı bir gün gazi olacağım, savaşacağım diye.

Dedem eski savaşları çok anlatıyordu. Biz bu vatanı kolay kazanmadık, onca şehidimiz oldu derdi. Büyük dedemden bahsederdi Rus Harbi’nde esir düştü diye. Çektiği yoklukları anlatırdı. Dedem kültürlü adamdı. Babam okumamış ama dedem medresede okumuş. Hem Osmanlıca bilirdi hem Türkçe.

Dedemle birlikte köyde çobanlık yapıyorduk. Bir gün dedemle dağda yatıyoruz, yatarken koyunun birini benim diğerini kendi ayağıma bağladı beni uyandırsın diye. Koyun da uyumuş, ben de uyumuşum, dedem de uyumuş. Davarlar çekmiş gitmiş.Geceuyandık davar yok. Koyunların çanlarının sesine bulduk ama bir iki saat aradık.

-Peki Baban

Babamlar dört erkek kardeş. Babamın annesi ölünce babam daha bebekmiş. 1938 doğumlu. Bir iki sene sonrada babası ölmüş. Köydekiler sahip çıkmış babama. Annemle evlenmiş, hayatını devam ettirmiş. Abim Gazi Üniversitesi’nde, kardeşim Tapu Kadastro’da, ablalarım ev hanımı.

Kardeşim açık öğretimi bitirdi, ben liseyi. Köyümüzde normal ilkokul vardı ama kapandı. Liseyi şehirde okudum ama askere kadar hep köydeydim. Çobanlık yapıyordum.

-Köyü çok sevdiğin belli. Biraz anlatır mısın köyünü?

Yıldırım Beyazıt – Timur Savaşı’nda ( Ankara Savaşı) Yıldırım Beyazıt sahra çadırlarını kuruyor bizim köye, adı da oradan geliyor, sağlık anlamında Otacı Köyü. Bizim köy Kızılcahamam’ın en büyük köyü. Dört tane camimiz var, Şeyh Abdurrahman Türbesi var. Eskiden hayvancılık vardı ama bitti. Ben de askerlik çağıma kadar orada çobanlık yaptım. Su artık çok ama artık kimse tarımla uğraşmıyor. İnsan yok köyde. Bütün çocuklar nahiyede okuyor, okul kapalı.

Çayın kenarındaydı evim. Söğütlükteydi. Çam ağaçları biraz uzak.

Okula başlayana kadar hep babama yardım ederdim. Ortaokulu nahiyede yatılı okudum.

-Okul hayatın nasıldı?

İlkokulda çok çalışkandım. Babama da yardım ederdim. Sürüleri otlatırdım. Tarlaya giderdik. Yazın dağda yaşardık. Köye ihtiyaç olunca ayda bir inerdim. Bazen komşumuzun çocuğu gelirdi, ortak güderdik davarı.

Öğretmenlerimiz çok iyiydi. Çalışkandım. Benim okumamı çok isterlerdi. Babamın maddi durumu iyi değildi. Ortaokuldayken Kuleli Lisesi’ni kazandım ama gidemedim. Devletin beni okutacağını bilmiyorduk. Babam ben masraflarını karşılayamam diye göndermedi. Yedi tane çocuk var. Hepsine bakmak zor.

-O yıllarda senin hayatın nasıldı? Aile yaşamınız nasıldı?

Hepimiz çiftçilikle, çobanlıkla uğraştık. Ablalarım tarlaya giderdi.

Rahmetli Osman Amca vardı. Kendi bahçemizden kiraz almıştım, daha olmamıştı kiraz. Olmamış meyveyi niye yiyorsun diye bana çok kızmıştı.

Birgün de sürüyü getirdik, sayıyorduk. Kardeşimle sayıyoruz hep iki tane eksik geliyor. Çok telaşlandım. Bir de ben saydım tamam. Kardeşime çok kızmıştım çocuğa niye yanlış sayıyorsun diye. Ama geri barışıyorsun, kardeşsin sonuçta.

-O yıllarda her şey daha güzeldi sanki, değil mi?

Köyde elektrikler bir giderdi, bir iki ay gelmezdi. İdare lambalarıyla ders yapmaya çalışırdık. Akşamları özellikle kışın, sobanın başında kavurga pişirirdik. Ahlat kurusu, elma kurusu getirirdi annem. Bütün aile otururduk. Şu an öyle bir muhabbet kalmadı kimsede. Özümüzü unuttuk.

Kışın kar çok yağardı ama okullar tatil olmazdı. Kar dizlerimi geçerdi ama okula giderdik. Okulumuzda hademe de yoktu. Okulun temizliğini, soba yakmayı, odun kesmeyi öğrenciler yapardı. Okulda öğrendik bunları. Sırayla temizlik yapıyorduk. Herakşamiki üç kişi kalıyorduk.  Ayda bir kere falan sıra geliyordu. Öğretmenlerimiz iyiydi. Halen biriyle görüşürüm, Neşet Hocamla. Şu an Keçiören’de. Eşi Hatice hanım da öğretmenimizdi. Zaten öğretmenlerimizin çoğu evli olarak gelirdi.

-Köylülerde öğretmenlerin arası nasıldı?

Köylülerimiz öğretmeni severdi. Eskiden köye imam da vermiyorlardı, köyün adamları para toplar getirirlerdi. Her gün birinin evine gider missafir olurdu. Bekar öğretmen geldiği zaman da aynısı olurdu. Bir evesabah,öğlen,akşamyemeğe misafir giderdi. Önceden lojman yoktu. Köyde bir ev bulurduk ya da köy konağında kalırdı.

Benden küçük bir çocukları vardı. Çocuğun kafasını yanlışlıkla taşla yardım. Ben de korkudan okula gitmedim. Sonra eve geldi. Olur, öyle şeyler okula gel dedi.

Çelik çomak oynardık, biz met derdik o oyuna. Kızlarla sek sek oynardık. Yakan top, saklambaç, misket oynardık.

-İlkokuldan sonra?

Ortaokula nahiyede yatılı okula gittim. Pazar nahiyesiydi. Köyüme on kilometreydi. Cuma akşamı köye gelirdim, pazartesisabahrahmetli dedem eşekle okula kadar getirirdi. Köyden ortaokula giden bir tek bendim. Bazengecehava karanlık oluyordu, korkuyordum. Bazen karşılamaya gelirdi dedem ya da babam ama bazen tek gelirdim.

-Zorluk çektin mi nahiyede okurken?

Pansiyonumuz vardı okulun içinde. On kişi kalıyorduk o pansiyonda. Okulun hizmetlileri vardı ama pansiyonun sorumlusu bizdik. Temizliği yine biz yapıyorduk. Hergün bir kişi yataklar düzgün olmuş mu diye kontrol ederdi. Hergecebiri nöbet tutardı. Üstünü açan olursa örtüyordu. Sobayı da nöbetçi yakardı. Hizmetliler oraya karışmazdı. Erken yaşta tertip düzeni öğrendik. Banyomuz vardı. İstediğimiz zaman banyo yapabiliyorduk.

-Yatılı okuduğuna göre çok fazla anın vardır ortaokulla ilgili

Arkadaşlar köylü çocuğu olduğu için biri köyden uyuz getirdi. Komple bize bulaşmıştı, müdüre ve öğretmenlere kadar. Ben de köye dönünce aileme bulaştırdım. Çok kötü bir hastalıktı. Sağlık ocağına gitmiştik. Sosyete uyuzu olmuşsunuz diye dalga geçiyorlardı bizimle. Bitlendik. Bir kişi bit getiriyor, herkese bulaşıyor. Ben köye gidiyorum hafta sonu, onlara bulaşıyor.

Tıraşımızı nahiyede ya da köyde olurduk. Nahiyenin berberi de bizim köyden gelirdi. Elinde çanta berberlik yapardı köylere gidip. Para almazdı. Ekin toplardı. Buğday, arpa, fiy… Yıl sonu, harman zamanı toplardı herkes ne verirse. Adı Niyaziydi. Niyazi Öven.

-İlginç bir adammış Niyazi amca

Evet öyleydi. Yine böyle hafta sonu çok kar yağdı. Müdür kimse köyüne gitmeyecek dedi. Ben de köyü özlemişim. Kaçacağım dedim.Sabaholdu, diğerleri kahvaltı yaparken ben çıktım. Çok kar var o zaman. Gözümü alıyor, bata çıka gidiyorum. Bir de kimse gelip gitmemiş oradan. İğmir Köyü’nü geçtikten sonra bir rampa var. Orada bayılmışım. Zaten sürekli uykum geliyor. Kar uyutuyor. Kahvaltı da yapmamışım. Niyazi abi beni görüyor. Atına atıp eve kadar getiriyor. Köyde gözümü açtım. O gelmese ben ölecektim. Beni çok tıraş etti. Makine kafamızda bozulurdu. Hemen makineyi kafamızda yağlayıp devam ederdi. Şimdi yaşlandı, berberlik yapmıyor artık.

-Okul günlerine geri dönelim….

Ben üçe gittiğim zaman kardeşim orta bire başlamıştı. Aşçımız on numara bir aşçıydı. Müdürümüz Adapazarlıydı, eşini memlekete göndermişti.  Yemekleri bizimle yiyordu.Öğleyemeğinde ıspanak çıkmıştı. Bizim aşçıda yıkamadan pişirmiş ıspanağı. Yemekhanede kardeşimle yan yana oturuyoruz. Ben de ıspanağı çok severim. Siyah siyah karabiber sandım. Meğer böcekmiş hep yediğimiz. Kardeşim onların böcek olduğunu söyledi. Saçmalama karabiber dedim. Uzattı, bacağını gösterdi. Ben de o hararetle bunlar böcek diye müdüre gösterdim. Müdür de dondu kaldı. Yiyeceğiz, mecbur, aşçıya söylemeyeceğiz dedi. Siz sakın tepki vermeyin dedi. Herhalde o zaman aşçı bulmak da problemdi. Daha sonra aşçıyı kendi uyarmış. O haliyle yedik ıspanağı. Pansiyon sorumlusu o gün yemekhaneden de sorumlu olurdu. Nöbetçiler erken gider, suları, ekmekleri koyardı. Yemekten sonra tabakları toplar, mutfağa götürürdük.

-Peki başarılı bir öğrenci miydin?

Ortaokulda da başarılıydım. Müdürün evinin karşısında elma ağacı vardı. Kendi kendime dedim ki, zıplayıp sallanayım, o elmaları aşağı indireyim. Müdür görmüş beni. Sana yakışmıyor Metin, zaten atlamayı bilmiyorsun, beceremiyorsun demişti. Ahmet Öğretmen, çok iyi adamdı. Tarih dersimize giriyordu. Benim dersimden kimse dokuz alamaz derdi. Ben hep dokuz, on alırdım. Hep başımda dururdu, şüphelendi kopya çekiyorum diye ama yine dokuz on alırdım.

-Biraz daha köy yaşamından bahsetsene. Çok güzelmiş köyünüz

Bakkalımız vardı karşı mahallede. Para geçmiyordu. Evden tiftik çalardık. O zaman Ankara Keçisi çoktu.  Evden çalardım tiftiği, bakkala gider onunla lokum, bisküvi alırdım. Bakkal ne götürürsen alıyordu. O zamanlar tiftik çok para ediyordu. Şimdi Ankara’da Ankara Keçisi yok. Bizim köyde bir kişide var sürü. Civar köylerde hiç yok. Sütünden, tiftiğinden faydalanıyorduk. Hiç kalmadı artık.

Bizim bakkal çok güzel kaval çalardı. Bir gün yine tiftiği çaldım evden. Gittim, çokomeller vardı. Baya vermişti bana. Onlar da bozukmuş. Ben de eve getirdim. Babam bozuk malzemeyi verdi diye kavga etmişti. Köyde her şey dura dura bozuluyor.

Köyde dört mahalle var. Mahalleler muhtarlık seçiminde birbiriyle kavga ediyordu. İki üç aday çıkıyordu. Herkes birbiriyle küserdi. Çok kavga olurdu. Yaralanan çok olurdu. Seçimden bir iki ay sonra barışıyorlardı. Köydeki muhtarların mühür hep yanındadır. Kendi köyde yoktur, davara gitmiştir, çifte çubuğa gitmiştir ama ilmühaber alacaksın mühür yanında. Bazı evrakları da yanında taşırdı. 

Genelde babamın desteklediği muhtar kazanırdı. Muhtarın birini köylü istememişti, erken görevden almışlardı.

Nahiyede jandarma vardı. Köyde kavga olunca gelirdi. Araba da yoktu, yürüyerek geliyorlardı. Onlar gelene kadar olay bitiyordu.

-Çocukluğunla ilgili ilginç bir anın var mı?

Jandarmalar babamı götürmüşlerdi bir gün. Ağlamıştım. Köyde herkeste tabanca olurdu. Babamda da güzel bir Smith Wesson vardı. Ben de altı yaşında falandım. Köydeki herkesten silahlarını toplamışlardı ama babam vermemişti. Bir hafta götürdüler babamı. Babam yine de vermemiş silahı. Emanetmiş zaten silah. 80 İhtilalinden sonraydı.

Bizim köy Türkmen köyü. Selçuklular döneminde yapılmış bir pınarımız var. Türbemiz var. Devlet tamirat yapmıyordu.Sahip çıkmıyordu.  Köylü izin aldı, tarihi eser diye. Tamir ettirdi. Şimdi Turizm Bakanlığı sahip çıkıyor. Peygamber efendimizin soyundan gelen biri. Şeyh Abdurrahman. Hastalığı olanlar geliyordu türbeye. Dua ediyorlardı. Türbede uyuyorlardı.

Ziyaret yerleri vardı. Ankara Savaşı’ndan kalan çok yatırlar vardı. Yağmur duasına çıkardık. Bütün yatırları dolaşır gelirdik. Artık tarım olmadığı için yağmur duasına da çıkılmıyor. Sabahtan herkes çoluk çocuk çıkardı. Yedi sekiz ev dana keserdi. Toplanırdık köy meydanına. Taş toplardık. O taşları hocalar okurdu. Bir çuval taşı dereye dökerlerdi. Dualar sonra başlardı. Hocanın önderliğinde dua ederdik. Hoca bir şey derdi, biz de amin derdik. Büyükler bize kızardı, daha çok bağırın amin diye. Bütün gücümüzle bağırırdık. Sesimiz kısılırdı.

-Yağmur duası Anadolu’da halen süren bir kültür

Evet öyle. Yirmi kişilik gruplara bölünüp yatırlara giderdik, çünkü yatır çok. Hep de yağardı yağmur. Sonra yemek yerdik. Çok sıcak olduğu günlerde bile yağdığını biliyorum. Yağmur olmadığı zaman ekin olmuyordu. Millet duaya çıkıyordu. Ot olmayınca hayvan ne yiyecek kışın. Çok gittim yağmur duasına.

-Bu arada yaşın da büyüdü. Lisede ne yaptın?

Liseyi Ankara Yenimahalle Ticaret Lisesi’nde okudum. O zaman Endüstri Meslek Elektrik bölümünü kazanmıştı ama sevmediğim bir meslek. Ampul bile değiştiremem, korkarım elektrikten. Eniştem getirmişti sınava Kuleli Askeri Lisesi’ni kazanmıştım. Kazandım ama gidemedim. Dediğim gibi devletin okutacağını bilmiyorduk. Cahillikten gidemedik.

Liseye başlayınca ayda bir sefer köye gitmeye başladım. Abim yeni evliydi, onların yanında kalıyordum. Şentepe’deydi evi. Her gün yürüyerek gider gelirdim. Altı yedi kilometre yolu gider gelirdim her gün.

-Yine başarılı bir öğrenci miydin?

Liseye gidince bocaladım. İlk dönem yedi zayıf getirdim. İkinci dönem teşekkür aldım. İlk sınıf çok zordu. Köydeki okulla Ankara’daki okul çok farklıydı. Ortaokulda İngilizce öğretmenimiz yoktu, matematik öğretmeni girerdi derse. Bir de köyden gelmişsin. Arkadaşlar garip garip bakıyordu. Suratımda çiller, güneş yanıkları vardı. Herkes tuhaf bakıyordu. Sonra uyum sağladık.

-Bu arada köyle bağlantın koptu mu?

Köye ayda bir gidiyordum. Tatillerde köye gidip çobanlık yapıyordum. Lise ikide staja başladım. Para da kazanmaya başlayınca otobüsle gidip gelmeye başladım eve. Abimin maddi durumu yoktu. Babam da gönderemiyordu. Ben de tutumluydum. Yürüyordum. Ama para kazanmaya başlayınca otobüse binmeye başladım.

Köyü çok seviyordum. Hala da çok severim.

-Lise bitince?

Lise bitince muhasebecilik yapmaya başladım.  Sonra sürücü kursunun muhasebesine baktım. İzinli olduğum günler köye gidiyordum.

-Birazda askerlik hayatından bahsedelim.

Asker acemi birliğim Bornova.

-Nasıl yolladı seni ailen askere?

Köyde kaç asker var o dönem, 74-2, biz 35 kişiydik o dönem hiç unutmuyorum. Çoğunluğumuz Güneydoğu’ya gitti. Batıda kalan çok az vardı.

İki ay kala çalışanlar istifa etti. Köyde her gün bir eğlence yaptık. Oyunlar oynadık. Köyde herkes bize yemek verdi. Askere giderken türbeye gitmek adet bizde. Ben gitmeyi unutmuşum, yoldan çevirdiler. Bütün gençler gidecekleri zaman köy meydanına toplanırlar, hoca dua okur hoca. Köy meydanında herkese kına yakıldı.  Şimdi kalmadı ama.

Düğünler de köy meydanında olurdu. Sin sin yakarlardı. Büyük bir ateş. Etrafında dönerdik. Birine vururduk, ebe olurdu. Öyle sakatlananlar da oldu.

Köy meydanında bizi toplarlar, duamız okunur, kına yakılır, herkes cebine para koyar. Vedalaşırsın. Gönderirler.

-Askere gidince nasıl oldu?

Mekanize komandoydum ben. Sonradan jandarma yaptılar. Bornova’da II. Jandarma Komando Eğitim Taburu vardı, şimdi alay olmuş. Acemiliğimi orada yaptım. BTR’ciydim. İzmir Bornova’da üç ay acemilik yaptım.

Abim götürdü. Dışarıda kafamı sıfıra vurdurmuştum. Davulla karşıladılar bizi orada. Nizamiye’nin girişinde. Oynattılar. Aynı gün elbise giydim. Eğitimler çok sıkıydı. 1994 yılı. Foça Komando Okulu’na bağlıydı. Komando eğitim aldık orada. Sürekli sürünüyorduk. Bahar ayıydı, Mayıs ayıydı. Bayağı ot yolduk.

Sürücüler uzman çavuş olurdu. Biz BTR’nin içinde gidip gelirdik, eğitimini görürdük. Lastik arızalandığı zaman kendi kendini kırk kilometre götürebiliyor. Onların eğitimini aldık. En büyük eğitim sürünmekti. Yemin töreninden sonra intikale çıktık. Arazide kaldık. Bizi Güneydoğu’nun şartlarına hazırlamaya başladılar. Birgecearazide kalıp birliğe dönüyorduk.

-Bornova’yla ilgili unutamadığın anıların var mı?

Akrep çok sokuyordu. Beni sokmadı ama arkadaşlarımı çok soktu. Zehirsizdi ama çok sokuyordu. Bir haftalık askerken tabur komutanı sigarayı yasakladı. Ot yoluyorduk birlikte, Hayati diye bir arkadaşım vardı (Şırnak’ta şehit oldu.) Bana da ilk mektubum gelmiş daha. Şimdi eşim olan Nilüfer o zaman daha sevgilimdi, evlenmemiştik. O göndermiş mektubu. Hayati bana “Devrem sen sigaranı iç, mektubunu oku, ben bakıyorum etrafa” dedi. Ben de sigara içiyorum, mektubu okuyorum, ağlıyorum. Çavuş görmüş beni. Sigarayı yedirdi bana. O zaman Jandarmadaki disiplin kimsede yok. Birkaç tane de vurdu. Tunceli’de şehit olan Metin Şimşek vardı, bizim bölük komutanımızdı. Tabur komutanıyken şehit oldu Tunceli’de. Ona götürdü beni. Yıkılana kadar komando dansı yapacaksın dedi. Belli bir şeye kadar çekiyorsun. Zor çektim. Üç gün yürüyemedim.

-Ben biliyorum ama komando dansını okuyucularımıza anlatır mısın?

Silahı omzuna koyuyorsun, bir ayağın yere basıyor, zıplayarak sert vurarak ayak değiştiriyorsun. Normalde ceza alırdım ama daha yemin etmemiştik, cezamı affetti. Nöbet yazdı bana. Bizim tim çavuşumuz Aydoğan vardı Edirneli. O “kimseye söyleme, ben seni nöbete kaldırmam. Zaten yolda yürüyemiyorsun” deyip affetmişti beni.

-Çok mektup geliyor muydu askerdeyken?

O zaman telefon yoktu. Habire mektup yazıyorduk. Nilüfer’e, anneme, babama yazıyordum. Nilüfer’den haftada bir mektubu geliyordu. Mektup gelmeyince insanın morali bozuluyordu. Ben de ona yazardım fırsat buldukça. Hala duruyor mektuplarımız evde. Okuyoruz gülüyoruz halimize. Birbirimiz ne kadar çok seviyormuşuz diye okuyoruz mektupları.Akşamçay içerken kızıma gösteriyor mektupları. Bak baban ne kadar aşıkmış bana diyor. Öyle okuyor, gülüyoruz. Güzel günlerdi.

-Bornova’dan sonra nereye gittin?

Usta Birliğim Van İl Jandarma’ya çıktı. Bornova’da tim oluşturdular, dağıtıldık. Lise mezunlarını hep eğitim çavuşu yapıyorlardı.Ben Güneydoğu’ya gelmek için eğitim çavuşluğundan vazgeçtim.

Timle birlikte Van’a geldik. O zaman silah sıkıntısı vardı. 19 ay askerlik yaptım. Birlikten dışarı çıkartmadılar. Alay komutanı posta alacaktı beni. O zaman yapılıydım, yakışıklıydım. Timde olduğum için posta yapmadı beni. Gürpınar’a geldik. Bir ay silahsız kaldık orda. Bir ay sonra bize sıfır silah verdiler. G3’ler hep sıfırdı. Ayrıca bana Mayın dedektörü verdiler. Hem G3 hem mayın dedektörü.

-Orada da unutamadığın anıların vardır

Olmaz mı… Benim bir devrem var, Badim. Cüneyt Tınmaz. Çocuk benim gibi çobanlık falan yapmış ama onların orda ördek avcılığı çokmuş. Edirne Uzunköprülü. Bu çocuk memleketten mektupla ördek tüyü istedi. Ördek tüyü gelince çocuk mutlu oldu. Sevindi havalara uçtu. Öyle bir kar var ki yerde. Ben koğuşta yatıyorum. Hastaydım. Revire bile gidemiyordum. Koğuşta dinlenirken, Cüneyt bağırarak girdi içeri. Nilüfer’den mektup geldi diye. “Devrem sana da ördek tüyü geldi” diye getirdi mektubu. Baksana ördek tüyü var işte kabarık zarf diyor. Bir açtım, Nilüfer’in saçları.

-Saklıyor musun o saçları?

Cüzdanımda saklıyordum o saçları. Yaralanınca hastanede atmışlar. Üzüldüm.

-Ailenden mektup gelir miydi?

Babamın mektubu en fazla üç sefer gelmiştir. Köyde bir Dursun amca var, ona yazdırırdı mektubu.

-Çok sık operasyon oluyor muydu?

Bizi kritik karakol basılacak. Timleri gönderiyorlardı o karakola. O karakolda kalıyorduk. Kırkgeçit ve Yalınca Karakolu’na gittim. Operasyonlara çıkmıyorduk. Bizim görevimiz karakolları korumaktı. Duyum alıyor, köye gidiyorduk. Köy korucularını denetlemeye gidiyorduk, eğitim yaptırıyorduk onlara. Yol denetliyorduk. Benim en büyük operasyonum 95 yılında Çevik Bir Harekatı’nda Irak’a gitmişti. Hakkari Üzümlü karakolundan girdik, Zaho’dan geri döndük.

Terör olayı çok oluyordu. Çatak’da, Başkale’de, bizim orda olmasa bile her gün mutlaka bir olay oluyordu. Çatışma haberleri, karakol baskını sürekli oluyordu.

-Atabinen mezrası baskınını hatırlıyormusun?

Atabinen mezrası baskınında ben oradaydım. Çatışmayı uzaktan izledik, gidemedik, Teröristler aynı anda bizide bastılar. Köy Dvelet yanlısı bir köydü, kimse yardıma gidemedi oraya. Köyü yaktılar, bütün mezrayı. Yirmi kişilik mezradan dört kişi sağlam kaldı. Çoluk çocuk herkesi öldürdüler. Uzaktan seyretmek çok kötü bir şey. Yardım edemiyorsun.

-Çok uzak mıydı size?

Aramızda dört kilometre vardı. Ben mevzimden görebiliyordum. Çok sağlam Korucuları vardı. Ne zaman köye gitsek bize ekmek, peynir verirlerdi. Ertesi gün Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel gelmişti. Çatışmadayken bir şey yok, sıkıntı olmuyor ama uzakta korkuyorsun. Alay komutanı köyü boşaltın demişti. Adamlar biz terk etmiyoruz köyümüzü dedi. Dört kişi kaldılar ama bırakmadılar mezrayı. Köyde anne kucağına sarılı bir şekilde PKK tarafından öldürülen anne ve bebek gözümün önünden gitmiyor.

O zamanlar çok kaçırma olayı da oluyordu. Bize bağlı korucuları çok kaçırdılar. Kimini serbest bırakıyorlardı, kimini öldürüyorlardı. Zaten iki ay sonra da bizi bastılar. Akdoğu Karakolu’nu. Gürpınar’a bağlı bir yer. Hakkari sınırında. Yedi kilometre ilerisi Beytüşşebap. Hakkari’ye de yakın Şırnak’a da yakın.

-Van nasıldı? İnsanlarıyla aranız nasıldı?

Özellikle Van sarp kayalıktı. Ağaç çok nadirdi. Ancak köylerin etrafında vardı. Çok iyi insanlar da vardı. Askeri destekleyenler de vardı. Bir kısmı askeri hiç sevmiyordu. Çocuklar bile askeri taşlıyordu köye gittiğimiz zaman. Köy araması olduğu zaman kantinden çocuklara vermek için çikolata falan alırdım. Alırlardı sonra yine taşlarlardı. Ufak bahçeleri vardı. Köy koruculuğu yapıyorlardı.

Bize kış ayı emir geldi. Yapraklı mezrasında Kırkgeçit Karakolu’na bağlı korucular var. Yapraklı mezrası çok uzak. Araba gitmez, yaya hiç gidilmez. Katırlarla gideceğiz dediler. 16 tane katır buldular. Tim komutanı falan herkes bindi. Yola çıktık. Katırlar hızlanmaya başladı. Biri koşuyor, öteki de koşuyor. Ben katıra gemi vurmayı unutmuşum. O kadar hızlı gidiyorduki Gözlerimden yaş geldi. Yelelerinden tutuyorum katırın. Baktım durmuyor, yerde de kar var ya, attım kendimi katırdan aşağı. Çok hızlı gidiyordu. Katır gitmedi, başımda bekledi. Gemi taktım tekrar devam ettik. Köye vardığımızda Korucular yoktu, karakolda habersiz köye gitmişler,  Komutanımız çok kızdı niye haber vermiyorlar diye. Korucular bir yere gitmeden önce Karakola mutlaka bilgi verirlerdi. Mesela bir yere gidecek, izin almak zorunda karakoldan. Çoğu habersiz gidiyormuş. Komutan bana “Metin emir- komuta sende. Bunlara bir eğitim yaptır” dedi. Topladık meydanda. Benim de aklıma komando dansı geldi,şaka yollu yatırdım.. Ama kötü amaçlı yaptırmadım. Köy korucularıyla aramız iyiydi. Mesela operasyonlarda çay sıkıntısı çekmiyorduk onların sayesinde. Mola verdiğimizde çay hazırdı.

-Senin yaralanma olayın nasıl oldu?

Pusudaydık. Bizim pusuyu bastılar. Bizim aldatma pusumuz vardı. Hava karanlık olduğu zaman gerçek pusu yerine geçiyorduk. PKK’nın bölge sorumlusu vardı Kurtay Faraşın, Akdoğu Köyü’ndendi. Köy otomatikman destek veriyordu PKK’ya. Köylüler gerçek pusu yerimizi PKK’ya söylüyorlar. Komutanımız şüphelenerek karakola dönmeyi planlıyordu.Gecedokuzda çatışma başladı. Direk el bombasıyla saldırdılar. Bizden önce mevzilenmişler oraya. Çıkamadık da oradan. El bombaları da Allahtan kötüymüş, çoğu patlamamış. Biz dört kişiydik mevzide. Bizim mevziden 11 tane el bombası bulmuşlar patlamamış. Benim hatırladığım altı tanesi de patladı. Biz 16 kişiydik, 100 kişilik grup saldırmış. Beş saat çatışma sürdü. Çok sıcak temastı. Aramızda 15,20 metrevardı.

Erzurumlu bir çocuk vardı. Onun sonradan hastanede şehit olduğunu duydum. Dört de yaralı vardı. Ben de o mevzide yaralandım. Kaçta yaralandığımı hatırlamıyorum ama gözlerimden yaralandığımı hissettim.

-O günü anlatsana biraz bize

Tahminen çatışma başladıktan iki saat sonra yaralandım. El bombalarından kendimizi koruyorduk ama ufak tefek yaralanmalar oluyordu. Gözümden yaralandığımı hissettim. Şarapnel geldi ve Gözüm aktı. Resmen çıktı gözüm. Hiç bir şey göremiyordum. Ama çatışmaya devam ettim. Bize ateş edilen yeri Gelişi güzel taradım. Çünkü adamlar iyice yaklaştı. Seslerini duyuyorduk. Kürtçe konuşuyorlardı. Sonra ikinci el bombası yakında patlayınca kafama geldi. O an kendimden geçtim. Mevzideki dört kişi de yaralandı. Sağlam kişi kalmadı. MG3 vardı, tutukluk yapınce bizim mevzimize iyice yüklendiler. Bizim mermilerimiz bittince. MG3’ünkileri söktük, şarjöre taktık, öyle çatışmaya devam ettik. El bombalarını en sona saklamıştık. Onların sayesinde kurtulduk.

-Yaralandıktan sonra çatışmaya devam edebildin mi?

Gözümden yaralandıktan sonra iki saat daha çatıştım. Arkadaşım bana  “Metin, sen mevziden çıkma” diyordu.

Kafamdan ikinci darbeyi alınca ben bayılmışım. Helikopter geldi sekizde onu hatırlıyorum. Su istedim, vermediler. Dudaklarımı ıslattılar. Van Hastanesi’ne geldiğimi, abimin geldiğini hayal meyal hatırlıyorum. GATA yoğun bakımda 45 gün kaldım. Ara sıra kendime geliyordum.

-Diğer arkadaşlarının durumu ne oldu?

Benimle birlikte mevzide bulunan üç arkadaşımda gazi oldu. Müjdat YAVUZ Kafasından vuruldu sağ tarafı felç.

Hikmet Yavuz arkadaşımın ayaklarının arasında el bombası patladı, ayaklarından yaralandı.

Diğer arkadaşım da Şehit oldu hastanede. Adı Ali’ydi. MG3cüydü. Roketle vuruldu.

-Ailen elbette çok üzülmüştür. Nasıl tepki verdiler sen yaralanınca?

Annem de hissetmiş benim yaralandığımı. Babama söylemiş Metin’e bir şey oldu diye.Gecede eve telefon geliyor, Metin şehit oldu diye. Babam selamı verdirmiş köyde. Mezarımı kazdırmış. Köyün hocası anlattı bana, senin selânı vermiştim diye.

Durumum çok ağırdı. Kendimi geliyordum ama hemen kaybediyordum. Göz tedavisi bölümüne almışlardı beyinden sonra. Sürekli uyuyordum.

-Şimdi durumun nasıl?

Bir gözüm yok, diğeri de yarım. Gözlüksüz hiç göremiyorum. Sisli görüyorum. 11 numara gözlük kullanıyorum. Kafamda 12 tane şarapnel var. Ayakta şarapnel var. O da yirmi yıl sonra ortaya çıktı. Tedavi sonuç vermezse ameliyat olacağım. Topuk kemiğini kıracaklar. Parça kemiğe girmiş, bir kısmı içeride kalmış, bir kısmı kemiğin dışında. Yeni farkına vardım. Antalya Kemer’de taşlara basa basa o parça oturmuş oraya. Ayağımda parça olduğunu bilmiyordum bile. Sancı başlayınca GATA’ya gittim. Gazi olduğumu söylemedim ama hemen sordular sen bir olay geçirdin mi diye. Evet dedim. Ayağında parça var dediler. Alın dedim. Sakat kalırsın dedi doktor direk.

Atatürk Hastanesi’ne geldim. Üç doktor ilgilendi. Sancıların çok arttığı zaman ameliyat edelim dedi. Sürekli ağrım olmuyor. Bazen oluyor.

Başımdaki parçadan dolayı kışın çok başım ağrıyor. Kafam çok sert oluyor, kafamı hissetmiyorum.

PTSD (Post Traumatic Stress Disorder- Travma sonrası stres bozukluğu) teşhisi konuldu. Uzun yıllar tedavi gördüm. Ara sıra hala gidiyorum. Kulaklarımda çınlama oluyor bazen. Gölge gibi bir şey geçiyor. Eskiden hiç uyuyamıyordum. İlaçla uyuyordum.

-Biraz da özel hayatınla bahsedelim. Eşinle nasıl tanıştın?

Muhasebecilik yaparken Nurşen diye bir kız vardı. Bir gün “Metin arkadaşlarım gelecek ziyarete gelsinler mi?” diye sordu. O zaman bürodan ben sorumluydum patron yokken. Gelsinler tabii dedim. Nilüfer geldi işte, tanıştık, arkadaş olduk. Sevgili olduk. Askerde mektuplaştık.

-Yaralandığını öğrenince ne yaptı

Yaralandığımı öğrenmiş hastaneye geldi hemen ziyaretime. Beni isteyeceksin dedi. Ben de yok dedim. İlk işin beni istemek dedi. Ben eşimin hakkını hiç ödeyemem. İstedik evlendik. Bir kızımız oldu 13 yaşında şimdi.

-Ne zaman evlendin?

1999 yılında evlendik.

-Ailesi hemen kabul etti mi?

Önce vermediler, kız evi naz evi. Babası hiç istemedi başta beni. Özürlü gördüler. Nilüfer de ya vereceksiniz ya da kaçarım dedi. Onlar da tekrar gelsin istesinler demiş. Ben de tedbirli gittim, yüzükleri falan aldım. Hemen taktım orada.

Düğün Ankara’da oldu. Şu an mutluyum. Çok iyi bir hanımım var. Beni bırakmadı, sahip çıktı.

-Toplumda gazilere verilen değerle ilgili ne düşünüyorsun. Yaralandığın zamandan beri ne değişti sence?

96’da emekli oldum. Toplum içinde hak ettiğimiz değeri görmüyoruz. Şu an PKK’lılar bizden daha üstün adamlar. 96 yılından beri çoğu hakkı Tansu Çiller verdi. Bu hükümet bize sürekli Gazimize haklarını veriyoruz dedi ama hiçbir şey vermedi.

-Son yılların gündem konusu olan ‘açılım’ hakkında ne düşünüyorsun?

Kimse benden Katliam yapan bir terör örgütünü afetmemi beklemesin. Abdullah Öcalan’la müzakere yapılacağı hiç aklımıza gelmezdi. Hayal derdim, mümkün değil. Şimdi adam belki de serbest kalacak, Meclis’e girecek. Bu bizi incitiyor.

Açılım yapıyorsan kimseyi incitmeden yapacaksın. Senin hiç açılım için görüşünü alan oldu mu? Hiçbir şehit ailesinin görüşü alındı mı? Niye bizi arka plana attılar?

Analar zaten ağlamıyor ki artık. Ateşkes oldu diyorlar. PKK silah bırakmayınca sen nasıl müzakere yaparsın. Silahlı bir güç var senin karşında. Kim ister anaların ağlamasını. İnanmıyorum açılıma. Sonuç vermeyecek. Karşıyım ben.

-Nilüfer ERDEM
-Metin ile nasıl tanıştınız?

Ben liseye başlamıştım. Benim komşumun kızı muhasebe şirketinde stajyerlik yapıyordu. Onu ziyarete gittim, Metin oradaydı.Akşambana çıkma teklif etmişti. Kız arkadaşım eve geldi, “Metin seni çok beğenmiş, çıkmak istiyor” dedi. Kabul ettim. Üç dört yıl çıktık. Sonrada Metin’i askere uğurladım.

-Metin’in Yaralandığını nasıl öğrendin?

Metin’in askerlik kalan günleri sayıyordum. Askerliğinin bitmesine 45 gün kala beni ardı. “Ben Ankara’dayım, Yaralandım, GATA’dayım” dedi. İnanmadım, gerçekten mi dedim. Meğer komadaymış. Kendine gelir gelmez beni aramış. Ertesi gün iki arkadaşımı alıp Metin’in yanına gittim. Ailesi oradaydı. Olayı bilmiyorum tabi. Ailesi  “Metin tek gözünü kaybetti, haberi yok. Şu an söylemeyelim, Sen de çaktırma” dediler. Odaya girdim, iki gözü de bantlıydı. Onu öyle görünce sarılıp ağladım. Metin “Artık yanıma gelme. Sen benimle evlenmezsin. Ben gözlerimi kaybettim” dedi.  Ben de “Yok asıl şimdi kabul ediyorum” dedim.

-Evlenme aşamasında sıkıntılar oldu mu?

Benim ailem istemedi. Ben kesinlikle evleneceğim dedim.  Üç dört defa istemeye geldiler. Babam vermedi. En son Metin ikna etsinler diye, köyden bir otobüs dolusu yaşlıyı toplayıp beni istemeye geldi. Ben de evleneceğim diye çok ağladım. En sonunda Babam dayanamayıp verdi. Nişanlandık. İki yıl nişanlı kaldık.

Sıla adında bir kızımız var. 14 yaşında. Sıla babasına benziyor. Orta sona gidiyor 

545 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam210
Toplam Ziyaret494148
Whatsapp İletişim Hattı
Kabir Ziyareti

...::: OTACI KÖYÜ :::...

Yönetici

  

Takvim
K.Hamam Soğuksu Haber
Namaz Vakitleri
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.184532.3134
Euro34.583334.7219